Dalış YazılarıKöşe YazılarıNecat Coşkun

Sessiz Dünya – 21

Uzun uzun düşündükten sonra Santa-Clara adasının rüzgardan tamamıyla korunmuş olduğunu ve ada yakınında iki bin metre derinlik bulunduğunu hesaplayarak, Foga’dan ayrıldık. 3 Kasım 1948 günü şafak vakti Cosyns, üç tonluk demir külçesinin dalıştan on bir saat sonra düşmesini sağlayacak tarzda kronometreyi ayarladı.

Akşam üstü saat dörtte suya bırakıldı. Elie- Monhier’den römorköre bağlayan halat bir balta darbesiyle kesildi. Son kozumuzu oynuyorduk

Dumas’la Tailliez, Batiskafı elli metre derinliğe kadar takip ettiler. Orada duran arkadaşlarımız, Batiskafın süratle kaybolduğunu gördüler. Eğer, çelik küre geri dönmeyecek olursa, Piccard’ın projesi senelerce gecikecekti.

Gemide heyecanlı bir sessizlik hüküm sürüyordu. Batiskafın gördüğü ilk olarak haber verecek olan bir şişe konyak vaat ettim. Tayfalar, direklere tırmandılar. Bacanın üstüne çıkanlar bile oldu. Yirmi dokuz dakika sonra makinist Dubout’un kuvvetli sesi güverte de yankılar yaptı: “İşte orada!”

Son günlerde o kadar yorulmuş o kadar ümit kırıcı olaylarla karşılaşmıştık ki, Batiskafın tekrar su üstüne çıkması bize mucize gibi görünmüştü.

Batiskafı incelemek için toplu bir halde suya daldık. Dış görünüşüne bakılacak olursa, yüzme kabiliyetinde hiç bir eksilme yoktu. Fakat, depoları muhafaza eden balonun saç duvarları, dalgaların tesiriyle zaman zaman çöküyor, sonra tekrar düzeliyordu. Bu durumuyla Batiskaf, nefes alan dev bir canavara benziyordu.

Güneş doğarken Batiskafı Scaldis’in yanına yaklaştırabildik. Fakat, bu çalışmalar sırasında adadan bir hayli uzaklaşmıştık. Scaldis’in bir tayfasıyla Georges, Batiskafın üstüne çıkarak, halatları bağlamağa çalıştılar. Daha sonra, moto-pompun hortumunu depolara sokarak artan yakıtı Scaldis’e boşaltmaya çalıştık. Fakat bu iş zannedildiği kadar kolay değildi. Nitekim yakıtı Scaldis’e nakletmekten vazgeçmek zorunda kaldık. Batiskafı da birkaç ton yakıtıyla gemiye almamız imkansızdı. Kaptan Cosyns, yakıtın denize akıtılmasını emretti.

Bütün geceyi Batiskafı kurtarmak için insan üstü bir gayretle çalışarak geçirdik. Güneş doğarken çelik küreyi ambara indirebildik.

On senelik çalışmanın eseri olan Batiskaf, tanınmayacak bir durumdaydı. Denizin etkisiyle hırpalanmakla kalmayıp, birçok defa Scaldis’e de çarparak, gövdesi yer yer yırtılmıştı. Bir motorla bir uskur koparak kaybolmuştu.

Üst balonun siyah boyası eriyip akarak, çelik kürenin beyaz boyasına karışmıştı.

Sabahleyin saat sekizde çelik hücrenin kapısını açarak, Cosyns’le beraber içeri girdik. Bin dört yüz metreye ayarlanmış olan aletleri tetkik etmek istiyorduk. Otomatik olarak işleyen cihazlara baktığımız zaman, Batiskafın bin yüz seksen metreye kadar inmiş olduğunu gördük. Büyük derinliklere dayanabilecek tarzda inşa edilmiş Batiskaf, masa başında yapılan hesaplardaki küçük yanılmalar sebebiyle perişan bir hale gelmişti.

Fransa’ya dönüşte, Claude Francis – Boeuf’le beraber,resmi makamları ikinci bir deneme için ikna etmeye ve yeni bir kredi temin etmeye çalıştık. Uzun ve yorucu teşebbüslerden sonra Fransa ile Belçika arasında bir anlaşmanın imzalanmasına muvaffak olduk. Böylece, ikinci Batiskaf FNRS. 3 için en önemli adım atılmış oldu.

——- VI ——-

 

Güzel yaz mevsiminin sonuna doğru bir sabah, Dakar’ın çok yakınındaydık. Deniz sakindi. Bunun aldatıcı bir görünüş olduğunu biliyorduk. Suyun biraz altında binlerce köpekbalığı dolaşmaktaydı. Atlas okyanusundaki köpek balıklarıyla karşılaşmak üzere dikkatle hazırlanmıştık. Gemimizde, köpek balıklarına karşı mükemmel bir savunma silahı bulunuyordu. Toulon’lu usta demircilerin bir eseri olan bu demir kafes, sirklerdeki aslan kafeslerine benziyordu. Kolayca sökülüp, takılabilecek tarzda imal edilmişti. Denizin derinliklerinde rastlayacağımız canavarlardan kurtulmak için, kapısını açarak kafesten içeri girebilecektik.

Köpek balıklarından, suya girerken veya sudan çıkarken daha çok korkulması gerektiğini biliyorduk. Artık bu kafes sayesinde köpek balıklarından korkmadan denize dalabilecektik. Suyun dibine kadar bununla inecek, kafes kapısını açarak dışarıya çıkacaktık. Araştırmalarımızı yapacak, film çekecektik.

İşimiz bitince ,tekrar kafesin içine , suyun üstüne çıkacaktık. Kafeste bulunan bir çıngırak aracılığıyla, gemiye dilediğimiz işareti verebilecektik.

Kafesi ilk olarak Dakar civarında, Madeleine adasında tecrübe ettik. Dumas, Tailez ve ben, bu keşfimizden dolayı mağrur bir halde kafesin içine girdik. Üçlü tüplerimizin, kameralarımızın ve su tüfeklerimizin ağırlığıyla hareketlerimiz sınırlanmıştı. Denizin yüzüne ulaşmadan önce kafes,vincin ve geminin sallantısıyla salıncağı yuvarlanmamak için parmaklığa tutunmak zorunda kalmıştık. İyice sersemlemiştik. Su yüzünden birkaç metre aşağıya iner inmez, üçümüz de kafesin tavanına kuvvetle çarpmıştık. Daha sonra, demir parmaklıklı hücremizin içinde yüzmeye başlamıştık. Kafes geminin sallanışına uyarak, bazen aşağıya düşüyor, bazen de yukarıya yükseliyordu. Bu ucu vince bağlı ipin kendi ekseni etrafında dönüşüyle de, suyun içinde ağır ağır dönüyordu. Bazen kafa kafaya çarpıyor, bazen de parmaklıkların arasından dışarıya sarkıveren ayağımızı kurtarmak için uzun uzun uğraşmak zorunda kalıyorduk.

 

Yazarlar: Jacques – Yves Cousteau ve Frederic Dumas
Tercüme eden: Necat Coşkun

Yazı Dizisinin Diğer Bölümleri<< Sessiz Dünya – 20Sessiz Dünya – 22 >>
Etiketler

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Kapalı
Kapalı