Deniz YazılarıKöşe YazılarıTalip Özcengiz

Yolcu gemisinde yolcu olmak ! Yolun sonu mu bu !?

Daha önceki yazımızda yük gemisinde yolcu olmayı denemiştik. İsterseniz şimdi de denizci ağzıyla ” başı kıçı belli ” rahat ve mükellef bir yolculuğa çıkalım mı ? Ne dersiniz !?

Kimsenin böyle zengin, ihtişamlı ve konforlu bir yolculuğa çıkmaya itiraz edeceğini zannetmiyorum.

Hele bu seyahat dünyanın en büyük yolcu gemisiyle olacaksa sevgili eşimin beni ikna etmesi uzun sürmemişti.

Sırf keyifmiş dediler inanmadım
Canın yanmamışsa işe yaramaz melhem
Gidip bir görmek şart oldu
Madem deniz çağırmış emir büyük yerden

Deniz ben seni fırtınalarınla sevdim
Sende esas sevdiğim hüzünlü ve zor yüzün
Ama bu sefer küçük ve yaramaz bir çocuk gibi
Koynunda şımarmak istedim

Haydi bakalım, şimdi kendimizi şımartmaya ve bir masalı yaşamaya gidiyoruz !

Güneş prensesi ! Bekle bizi geliyoruz !!

8 Şubat 1998, sıcak bir cumartesi günü New York aktarmalı uçağımız gemiye bineceğimiz Florida’nın Fort. Lauderdale şehrine doğru alçalmaya başladığında artık iyiden iyiye sabırsızlanmaya başlamıştık. Dile kolay bugüne kadar inşa edilmiş en büyük ve en lüks yolcu gemisi M/S SUN PRINCESS ile rüya gibi bir seyahate çıkacaktık.

Uçağımız genelde işadamları ve turistlerle tıklım tıklım doluydu. Birkaç
sıra önümüzdeki koltuklarda oturan şişman kadınla elinde sondasını taşıyan adam dışında Amerikalıların bizim “dolmuş” lara biner gibi bindikleri sıradan küçük bir dahili hat seferiydi. Adamın sesinin ayarı yoktu ve arada dikkat çekici bir şekilde homurdanıp durmaktaydı. Ağzından dökülen anlaşılmaz sözlere karısı olduğunu tahmin ettiğimiz kadın aldırmıyor gibi gözüküyordu.

Hayat zor ve herşey insanlar içindi. Biz yapacağımız bu muhteşem yolculuğun veresiye keyfini yaşamaya başlamışken bu insanlar kimbilir hangi sebepten bu zor şartlarda uçak seyahatini göze almış ve kimbilir nereye gidiyorlardı. Belki tedaviye belki de akrabalarının yanına gitmekteydiler. İnsan gerçekten her zaman ve her koşulda şükretmeyi bilmeli ve başkalarının başına gelen bütün iyi ve kötü şeylerin bir gün kendi başına da gelebileceği gerçeğini hiçbir zaman aklında çıkarmamalıydı. Böylelikle hayat daha anlamlı, daha keyifli ve daha kolay olmaz mıydı acaba ?

Zengin Amerikalıların yazlığı Florida da en güzel aylar aralık, ocak ve şubattır. Bizdeki yaz aylarında karaipler de ” hurricane ” – tropikal fırtına- mevsimidir ve bu bölge dayanılmaz sıcak ve nemli olup ani fırtınalara gebedir. Hem memleketimize göre kışın ortasında yazı yaşamak keyfi için hem de bu bölgede en güzel havaların şubat ayında olması sebebiyle bu seyahate ” high season ” olarak kabul gören yani bizim lisanımızla “sezonda” çıkmaya karar vermiştik ama 14 Şubat ” Valentine’s day” sevgililer gününün M/S SUN PRINCESS gemisinde ” National Holiday” milli bayram olduğunu nereden bilebilirdik ki !?

Aşk gemisi içinde aşıklar günü ! Hadi bakalım sigaranızı buradan yakın !

Bugüne kadar hayatımızda görmediğimiz ve muhtemelen hayatımızın geri kalanında da göremeyeceğimiz kadar kırmızı kalplerle dolu bir gündü. Sadece bir gün ve gece için gemide yapılan bu kadar değişiklik ne zaman olmuştu anlamak mümkün değildi. Komodorun – gemi kaptanının – bütün birbirini sevenleri geminin güvertesinde tekrar evlendirdiği ve kırmızı kurdelalı sertifika ile belgelediği gündü o. Gün boyu geminin her yerinde canlı latin müzik çalan küçük gruplar eşliğinde kalplerle süslü aşıklar günü kokteylleri içilmiş, onlarca değişik kalp şeklinde çeşit çeşit pastalar, çörekler servis yapılmış, muhteşem öğlen ve akşam yemeklerinde aşıklar menüleri yenilmiş ve içilmişti. Bütün masalar kırmızı güllerle donatılmış, masa örtüleri, servisler, peçeteler, lambalar, avizeler balonlar, perdeler, şapkalar sayısız kırmızı kalp şeklinde balonlar ve konfetiler ile süslenmişti.

Geminin baş tarafındaki tiyatroda gösteriler, şarkılar ve danslar hep aşk ve aşıklar üzerineydi. Geminin ana salonlarında beyaz ve siyah kuyruklu piyanolarda aşk şarkıları çalınmıştı. Gemideki bütün bar ve gece klüplerinde canlı müzik ve dans vardı. Kamaranıza yatmaya geldiğinizde kamarotunuzun kar gibi bembeyaz kuştüyü yastığınızın üzerine itina ile bıraktığı uçları birbirine bitişik kırmızı kalp şeklinde ve üzerinde ” Goodnight and Happy Valentine ” iyi geceler ve aşıklar gününüz kutlu olsun notu iliştirilmiş iki küçük yaldızlı çukulatayla gece ve gündüz birbirine karışmıştı.

Gemiye katılacağımız rıhtıma geldiğimizde muhteşem organizasyon ilk sinyallerini vermeye başlamıştı. Göz kamaştıran beyaz denizci üniformaları içerisinde inanılmaz doğallıkta ve güleryüzlü gemi görevlileri bavullarımızı daha biz taksiden inerken tekerlikli arabalara yüklemiş ve rıhtımda kurulmuş en az on kişinin çalıştığı bir resepsiyona tahmini elli metrelik bir mesafeyi bizimle uzun zamandır görüşmemiş eski dostlarıymış gibi koyu bir sohbete girerek yürümüşlerdi. Bu yolculukta sizin özel olduğunuzu hissettirme gayreti içinde oldukları ve bunun için ” First Impression-First touch ” ilk izlenim veya buna benzer bir özel eğitim aldıkları belli oluyordu. Eğer bu ilk izlenim kötü olursa sonraki günlerde sizi etkilemek için 880 kişilik mürettebatı ile 350 milyon dolarlık ” Güneş Prensesi ” nin bile sönük ve yetersiz kalacağını çok iyi bildikleri belli oluyordu.

Son derece dikkatli ve kibar birkaç formalite ve imzadan sonra gemide kullanacağımız üzerinde gemi resmi ve isimlerimizin yazılı olduğu kimlik kartlarını teslim aldık. Bu kartın kimlik kartı, gemi kredi kartı, gemiye giriş-çıkış kartı ve aynı zamanda kamara anahtarı olduğunu, seyahat boyunca gemide ve indiğimiz limanlarda başka bir resmi evrak taşımamız gerekmediğini hayretle öğrendik. Demek ki “Güneş Prensesi ” misafiri olmak doğal güzellikleri ile zengin ama ekonomik olarak son derece fakir Orta Amerika ülkelerinde pasaport yerine geçiyordu !?

Bavullarımız aynı uçaklarda olduğu gibi elektronik tanıma sistemi ile işaretlenmiş ve kamaramızın önünde elinde hoşgeldin kokteylleri ile bizi bekleyen Filipinli kamarotumuzla beraber bize sürpriz yapmıştı ! Pırıl pırıl kıyafetleri içerisinde son derece nazik ve temiz bir İngilizce ile
kamaramızın tanıtımını yaptı. Kamara kapısı yanındaki posta kutusu
içerisinde gemiyi tanıtan broşür ve gemi günlük gazetesi duruyordu ! Bu vesile ile gemide 3152 kişi için günlük gazete basan ufak bir matbaa olduğunu hayretler içerisinde öğrenmiş olduk.

Arada yapılan kısa anonslar ile geminin kalkış saatini bildirip tüm
yolculara hoş geldiniz ve iyi yolculuklar temenni ediliyordu.

Seyahatimizin en anlamlı şokunu, uçakta gördüğümüz tekerlekli sandalyesinde bir elinde sondasını ve diğer elinde hoşgeldin kokteylini tutan adam ve yanındaki şişman kadını gördüğümüzde yaşadığımızı belirtmeliyim…

Ama önce bizim “Güneş Prensesini” biraz tanıyalım mı ?

-Geminin adı Sun Princess
-İnşa yılı ve yer 1995, Fincantieri, Monfalcone, Italy
-Gross tonu 77441 mton
-Tam boyu 261.3 metre
-Eni 32.2 metre
-Yolcu kabini 1011 adet
-Yolcu kapasitesi 2272 kişi
-Mürettabat 880 kişi
-Sürati Saatte 22 deniz mili
-İnşa edildiği tarihte dünyanın en büyük yolcu gemisi.
-3 futbol sahası uzunluğunda.
-2 havuz , 4 spa.
-Dünyaca ünlü 30 sanatçının çalışmalarıyla eski Roma tarzında dekore edilmiş.
-15. yüzyılda yaşamış İtalyan ressam Botticelli etkisinde stilize edilmiş.
-8. güvertede ilk Roma imparatorluğundan kalma tarihi mozaikler
sergilenmekte.
-Antika koleksiyonu müze klasında ve değeri 2,5 milyon dolar.
-Sadece gümüşleri parlatmak için 8 mürettebat.
-Okyanusa bakan 14. güvertedeki emsalsiz jimnastik salonu, geminin baca boşluğunun içinde basketbol, voleybol, badmington ve duvar tenisi oynama imkanı.
-Dünyanın en ünlü elmas, zümrüt ve yakut koleksiyonlarının sergilendiği mücevher mağazaları,alışveriş merkezi.
-11 adet bar, piano bar.
-5 adet kahvaltı ve yemek salonu.
-Kumarhane, gece klübü, kütüphane, butik, çocuk klubü, kuaför, terzi, müzik dinleme ve oyun salonu, 2000 kişilik kabare tiyatro, yüzme havuzları, sauna, masaj, su terapisi, içinde yoğun bakım üniteli küçük bir hastahane.
-7 günlük bir seferde takribi 80-85 ton civarında yiyecek ikmali yapılmakta olup bazı kalemlerin ” günlük ” sarfiyatları aşağıdaki gibidir.

-Balık 550 kgs.
-Çeşitli et 2150 kgs.
-Un 650 kgs.
-Meyve 2430 kgs.
-Sebze 1050 kgs.
-Kahve 1000 litre
-Günlük yıkanan tabak 50 bin
-Günlük yıkanan bardak 17 bin

Gemide yolcular için “mutfak gezisi turu” düzenlendiğini ve bu turda
merakımdan gruptan kopup ” geminin mutfağında kaybolduğumu söylesem “abarttığımı düşüneceksiniz ancak nasıl uçlarda dolaştığımızı gösteren güzel bir örnektir.

Gemimizin ilk uğrak limanı Bahama Adalarının kuzey batısında Princess Key adında küçüçük bir adaydı. Takribi yarım mil açıkta demirleyen gemimizin bordasından hidrolik kollarla üç dakika içinde küçük bir geminin yanaşabileceği bir iskele açılmış ve mataforasından denize birbuçuk dakikada inen saatte en az 30 deniz mili yapan 200 kişilik kapalı filikalar ile karaya çıkmak isteyen 1000 civarı yolcu takribi 20 dakika içinde sahile çıkarılmıştı. Demirledikten yarım saat sonra Karaiplerin turkuaz renkli muhteşem denizini kucaklamış ve artık burada yaşamaya kesin kararımızı(!) vermiştik bile…

Bundan sonra rotamız yemyeşil ormanlarıyla ve masmavi deniziyle efsanevi “reggae” ilahı Bob Marley’ in memleketi Jamaika’nın Ocho Rios limanı; resiflerinde kıyılmış kalamarlarla ellerimle beslediğim insana alışmış “stingray” (dev vatoslar) ülkesi Cayman adalar grubundan Grand Cayman adası; bugün Meksika toprakları olan ve bir avuç İspanyol tarafından yokedilen koskoca Aztek medeniyetinin kilometrelerce cennet kumsallara sahip, dünyada başka hiçbir yerde olmayan bir renkte denizi ve mercanlarıyla dalış cenneti YucatanlıCozumel !

Yüzbinlerce yıl önce uzaydan gelen bir meteorun açtıgı bir kratere dolan okyanus sularınının yarattığı korsanlarıyla meşhur Karaip adalarında yaşayan yerli halkın yüzyıllardır muz yiyemediğini; turizm ve şeker kamışından yapılan “gemici içkisi” rom dışında tek gelir kaynağı olan muz ve hindistan cevizi ürünlerinin tamamını ihraç etmek zorunda olduklarını bir plantasyon gezisinde afrika göçmeni yerli halkın kendi ağzından duyduk!

Gemimiz Ft.Laudardale dönüş seyrine başladığında karışık duygular içerisindeydim.

Kıpkırmızı vücuduna yapışık kan kırmızı dekolte elbisesiyle gece klubünde tekerlekli sandelyedeki adamın karşısında dans eden o çok şişman kadın ve gözlerini ondan ayırmadan vücudu ile ileri geri sallanan adam gözümün önümden gitmiyordu. Yaşları 85-90 civarında bembayaz saçlı ” meleklerin” rüya gibi salsa yaptıkları o gece yaşama ve hayata dair beynime küçüçük dev notlar aldım. Sevdiğinle beraber her koşulda yaşamak ve beraber yaşlanmak kadar güzel bir şey yok diye düşündüm.

Bütün olumsuzluklara ve zorluklara göğüs germek, herşeye rağmen pes etmemek ve mücadele etmek ! Hayatı anlamlı kılan bu mücadele değil midir zaten !? Bu zorluklarla yaşarken arada bir durup soluklanmak ve her koşulda kendisine değer verildiğini bilmek insanlara şüphesiz büyük bir güç ve yaşama sevinci vermektedir.

Bu hissi bende ve benden binkat daha fazla yarattığını düşündüğüm, tekerlekli iskemlesindeki hasta adam ve onunla bu zor yaşamı paylaşan o kadın için bir yolcu gemisisin 261 metre boyunca ve 14 güvertesindeki sayısız noktaya kimseye ihtiyaç duymadan tekerlekli sandelye ile gidilebilmesini sağlayan; ekolojik olarak bir avuç suda bile kirlilik yaratmayacak şekilde dizaynı için onlarca milyon dolarlar harcanmış “İnce insan zekası” ile filtre edilmiş yüksek teknoloji ürünü Güneş Prensesi’ne, gerçekten teşekkür etmek gerekmekteydi.

Güneş prensesi
Başka prenseslere benzemiyorsun sen
Zerafetin kendinden
Bilgeliğin denizden

Bu vesile ile dünyanın en büyük denizcilik şirketlerinden biri olan İngiliz P&O şirketine bağlı Princess Cruise Line’ ın kuruluşundan
günümüze kadar ki gelişimini anlatan, çok pahalı olduğu için satıldığı
standın önünden defalarca geçip almaya kıyamadığım ama daha sonra sevgili eşim tarafımdan yatağımın üzerinde sevgililer günü hediyesi olarak bulduğum muhteşem kitaptan bazı alıntılar yapmak istiyorum. Soluk almadan okuduğum bu kitapta hayatta hiçbirşeyin tesadüf olmadığını, yüzlerce yıllık bir “şirket” in, nesiller boyu kazanılan bilgi ve tecrübeler ile bugünlere nasıl geldiğini gördüm.

P&O firmasının kuruluş tarihi en eski buharlı gemilerin denizlerde
dolaşmaya başladığı zamana rastlar. 1837 yılında ilk taşıma kontratını alan 166 yıllık firma şu an tartışmasız dünyanın en büyük denizcilik şirketidir. Londra’nın kenar mahallelerinde 10 yaşında balık
ayıklayarak hayatını kazanmaya başlayan Arthur Anderson gönüllü olarak gittiği donanma gemilerinde denize sevdalanmış ve dönüşünde ortağı Brodie McGhie Willcox ile karaya oturmuş küçük bir gemiyi onararak Dover’den Portekiz’e ilk seferlerini gerçekleştirmişlerdir.

Kraliçe Victoria döneminde Akdeniz ve Mısır’a yolculuk çok heyecan vericiydi. 1844 başlarında P&O okyanus aşırı yolcu taşımacılığını başlattı. Bu yıllarda sağlıklarına kavuşması için hastalara gemi yolculuğu önerilmeye başlandı. Bir yüzyıl sonra şirketin ihtişamlı bembeyaz lüks yolcu gemilerinde seyahat etmek büyük bir ayrıcalıktı. 150 yıl boyunca Britanya denizciliğinin efsanevi merkezi Leadenhall caddesindeki ofisinde hizmet veren P&O bugün 79- Pall Mall in London’s West End’dedir.

Bu yolculuk, seyirde en üst güvertesinde güneşi batırdığım anlar hariç
bende ” DENIZDE YOLCULUK ” etkisi yaratmamış ve çoğunlukla lüks bir otelde konaklıyor hissi vermiştir. Ancak, adı gibi gerçekten bir prenses edasında denizde süzülen bu dev masal gemisinde; insan ve çevre bilincinin birleşerek ulaştığı en uç noktada binbir mükemmel çarpıcı detaylarla dolu olması; yoğun ve stresli çalışma ortamlarda çok bunalmış, moral depolamak ve rahat bir tatil geçirmek isteyen, tamamına yakını orta yaş ve üstü yolcular ile seyahat etmeyi tercih eden ve şüphesiz maddi imkanı olan kişilerin denemesi gereken bir tecrübe olabilir. Maddi imkanları elvermediği için böyle bir seyahate çıkamayan kişiler hiç üzülmeyin çünkü deniz sizi, size en yakın yerde bekliyor !

Koşun bir sahile DENİZE merhaba deyin
Siz yeter ki hayal edin
Rüzgarlar sizi istediğiniz yere götürecektir
Sakın ha üzülmeyin !

Talip ÖZCENGİZ
Y.D.O Güverte 1982 / Amatör Yazar – Şair
Uzak Yol Kaptanı

talocukos@hotmail.com

 

Etiketler

İlgili Makaleler

Göz Atın

Kapalı
Başa dön tuşu
Kapalı
Kapalı