“Rahibe olmadan önceki adınız neydi?” sorusuna şöyle cevap veriyor: “Rahibelerin soyadı olmaz. Ben çocuklarım bağımsızlıklarına kavuşana kadar bekledim. Sonra tüm bağlarımdan arındım ve kendimi çok başka bir hayata adadım”.
Rahibe İrini, Yunan Adaları’nın en küçüğü olan Amorgos’a 2011 yılında gelmiş. Günlerini bahçecilikle, resim yapmakla ve dua etmekle geçiriyor. Ayrıca Yunan Ortodoks manastırı Agios Georgios Valsamitis (St. George Valsamitis)‘e gelen ziyaretçilerini memnuniyetle karşılıyor.
“Burası bomboş ve yapayalnızdı. Bir cennete dönüştürmek uzun zaman ve emek gerektirdi”
Manastır, antik bir kuyunun etrafında bulunuyor. 17. yüzyıldan kaldığı düşünülen kuyudaki suyun, St. George’un yüce kişiliği ile kutsandığına inanılıyormuş. Ancak kilise bu türden batıl inançlara karşı olduğu için kuyuyu kapattırmış.
Manastırın bahçesinde Rahibe İrini’nin elleriyle diktiği otuz tane meyve ağacı bulunuyor. Hafif esen rüzgarla, portakal, limon, kayısı, şeftali ağaçları arasında gezinmek, zeytinlere dokunmak, kedilerin ayaklarına dolanması, gerçekten insana dünyadaki dertlerinden uzaklaştırıyor.
“Kediler çok hastaydı” diyor Rahibe Irini, “fakat onlar için doktor çağırdım. Tedavi oldular, şimdi çok mutlular”
Amorgos’ta hayat
Onu Amorgos’ta kalıcı bir yaşama ilk önce neyin çektiğini görmek zor değil: Dünyanın dışındaymışçasına hissettiren bir duygu. Güneşin aydınlattığı elmas denizinin parladığı ve yelkenli teknelerin geceleri yıldızların aydınlattığı bir gökyüzünün altında toplandığı bir yer için her şeyi geride bıraktığınızı hayal edin…
Adada, genellikle içinde para bulunmayan sadece iki tane ATM var. Adalılar çoğunlukla para kullanmak yerine, değiş-tokuş yapmayı tercih ediyorlar. Taze ve doğal yiyecekler açık havada hazırlanıyor ve servis ediliyor. Amorgos’ta her şey oldukça yavaş ilerliyor, ama beklemeye değer. Kahve, ısıtılmış kumda bakır tencerelerde demleniyor. Sıcak sardalya, güneşte kurutulmuş domates ve ılık ekmeklerin yanı sıra beyaz peynir (çıtır, tuzlanmış veya soğutulmuş) ile birlikte sunuluyor.
Yemekler deniz tadında… Rahibe İrini’nin manastırının aksine, ada genel anlamda kurak ve kayalık.
“Her Cumartesi rahipler gelir ve kucaklaşıp sohbet eder, yumurtalarımızı paylaşırız” diyor Rahibe ve ekliyor: “Bu benim en sevdiğim anlardan biri”.
Bu cömert armağanları ortaya çıkaran muhteşem manastırın eşsiz nimetlerinden biri de, Aghia Anna’nın ünlü mavi koyunun eşsiz manzarası. Acelesiz, bir saatlik yokuş aşağı inişten sonra, sığ denizin içinden serin bir mağaraya girin ve tuzlu denizin günün sıcaklığını temizlemesini sağlayın.
Böyle düşsel bir manzarada, Rahibe İrini’nin kendisini basit ve kutsal bir hayata adaması oldukça anlaşılır.
“Sessizliği, günbatımını, gündoğumunu, her şeyi” diyor Rahibe İrini “Her şeyi seviyorum”
Gitmeden önce bilmenizde fayda var:
Atina’ya indikten sonra Pire Limanı’ndan 17:30 feribotu ile adaya ulaşabilirsiniz. 10 saat süren bir yolculuk sonrasında, kiralık araçla otele ulaşabilirsiniz. Adada iddiasız pansiyonlardan, beş yıldızlı otellere kadar farklı seçenekler mevcut.
Görülmesi gereken duraklar arasında, saat 08:30-14:00 arasında açık olan Hozoviotissa Manastırı var. Ardından, saat 17:00-19:00 arasında, bir sinema klasiği olan Le Grande Bleu adlı kült filmin çekildiği, Aghia Anna ‘yı görebilirsiniz. Tabii Rahibe İrini’nin St. George Valsamitis turunu da listenize eklemelisiniz. Buralarda “dress code” olduğunu ve uygun giysiler giyilmesi gerektiğini unutmayın.