Dalış YazılarıKöşe YazılarıNecat Coşkun

Sessiz Dünya – 18

Bütün yaz edindiğimiz tecrübelerle, Fargues’ın ölümü doksan metre derinliğin çelik tüplerle dalış için bir sınır olduğunu bize ispat ediyordu.

Amatörler, birkaç günlük derslerden sonra kırk metre derinliğe rahatça inebilmektedirler. Profesyonel olanlar, basınç azalması gibi bazı kaidelere uymak şartıyla bu derinlikte çalışmalar yapabilirler. Vücutları iyice alışmış dalgıçlar, kırk ila altmış beş metre arasında hafif veya kısa araştırmalara teşebbüs edebilirler.

Daha aşağılarda, devamlı alaca karanlık bölgesinde ancak uzmanlar çok kısa araştırmalar yapabilirler.

Doksan metreden aşağıya inmek ancak, helyumla oksijen karışımı, yahut da havaya belli oranda karıştırılmış hidrojen gazını teneffüs etmekle mümkündür.

1948 yılında Dumas, yaptığı dalış sırasında yeni bir rekor kırmaya muvaffak olmuştu. Bir mayın tarama gemisinin çelik halatı, dipte bir engele takılmıştı. Dumas halatın nereye takıldığını anlamak için çok kısa süreli bir dalış yapmıştı. Doksan saniye süren bu dalışta Dumas 93 metreye inmeyi başarmıştı. Geminin çelik tarağı küçük bir kayaya takılmıştı. Durumu anlayınca süratle yukarı çıkmıştı.

Dumas tecrübelerinden faydalanarak, yeni bir dalış sistemini geliştirmek için çalışmalara başladı. Bahriyelerden seçilen sağlam bünyeli, genç adaylara üç hafta devam eden teorik ve pratik dersler vererek, çok kısa süreli dalışlarla ,doksan metre derinliğe inebilmeyi öğretti. Hatta bu işin cambazlığı sayılabilecek basit hareketleri yapabilmelerini sağladı.

Dünya savaşının bitişini takip eden ilk yaz mevsiminde, Paris’ten iki küçük teneffüs cihazı getirmiştim. Bunları, iki oğlum Jean-Michel ve Philippe için özel olarak yaptırmıştım. O tarihte Jean Michel yedi, Philippe beş yaşındaydı. Büyük olan yüzmeyi öğrenmeye çalışıyordu. Küçük olan ise bir karış suda çırpınmaktan başka bir şey yapamıyordu.

Dalışlardan zevk duyacaklarından emindim. Derine dalmak için yüzme bilmek şart değildi. Gözler ve burun, maskeyle korunuyor, teneffüs refleks yoluyla sağlanıyordu. Kauçuk paletli ayakların en acemice hareketi bile insanı denizin içinde süratle ilerletiyordu.

Port-İssol’da, deniz kıyısında çocuklarıma ilk teorik teknik dersi verdim. Beni dinlemediklerini görüyor, fakat aldırış etmiyordum. Teneffüs cihazlarını taktıktan sonra, çok derin olmayan koyda beni neşeyle takip ettiler. Dolaştığımız yerler yosunlar, deniz kestaneleri ve küçük balıklarla doluydu. Issız ve sakin deniz, birkaç saniye sonra, sevinç çığlıklarıyla çınlamaya başladı.

Buna veya birbirlerine, harikalar diyarında gördüklerini parmaklarıyla gösteriyorlardı. Gevezeliklerine bir türlü engel olamıyordum. Dalıştan birkaç dakika sonra Philippe’in dudakları arasından ağızlık çıktı. Süratle ağızlığı dudaklarının arasına tekrar sıkıştırdıktan sonra, Jeap-Michel’in yanına koştum. Çıkan teneffüs borusunu yerine yerleştirdim. Üstüme hücum ediyorlar, beni sual yağmuruna tutuyorlardı. Su yutmalarını önlemek için ikisi arasında mekik dokuyordum. Kısa bir zamanda, bol bol su yuttular. Suyun içindeyken konuşmamaları icap ettiğini onlara nasıl öğretebilecektim? Uzun uzun düşündükten sonra, tehlikeli olmayan bir boğulma olayının en mükemmel ders olacağına kanaat getirdim. Ancak böyle bir olaydan sonra, gevezeliğin tehlikesini anlayabileceklerdi. Bunun için de, onlara ikinci bir dersi gerekli gördüm. Kıyıya çıkarak, bu konuda uzun uzun konuştum. Fakat sözlerimin gerçek manasını anlayabilmeleri için aradan uzunca bir zaman geçmesi gerekti. En sonunda, suyun içinde gevezelik etmemeyi öğrenebildiler.

1947 yılı ocak ayında, en iyi dostlarımdan birisi olan Claude Francis Beouf, tanımadığım birisiyle gemiye geldi. Tanımadığım bu adam uzun boylu, zayıf ve açık renk gözlüydü. Bruxelles’den geliyordu. Batiskaf adını verdikleri, özel olarak yapılmış bir denizaltı araştırma cihazının dalışlarında hazır bulunmamı ve film çekmemi istiyordu. Bu teklifi yapan yabancı ziyaretçi, bütün dünyanın çok iyi tanıdığı Belçikalı fizik profesörü Max Coosyn’den başkası değildi. Bu bilgin, ünlü profesör Piccard’a stratosfer araştırmalarında yardım etmişti. Max Cosyn’e, resmi makamlar izin verdikleri taktirde, bu teklifi memnuniyetle kabul edeceğimi bildirdim.

Tecrübelere ancak 1948 sonbaharında başlanabildi. Bu arada resmi makamlar, bütün örgütümüzle araştırmalara katılmamıza karar vermişti. D.A.G. merkezinin atölyesinde görevli olan teknisyenler bu çalışmalarda kullanılmak üzere özel cihazlar hazırlamışlardı.

Batiskaf, yeni bir araç değildi. Planları on yıl önce hazırlanmıştı. Araya İkinci Dünya savaşının girmiş olmasına rağmen, Belçika Teknik Araştırmalar Merkezinin para yardımıyla, önemli gecikmelerden sonra inşa edilebilmişti. Stratosferik balon FNRS. 1’in kardeşi olan bu çelik küreye FNRS. 2 adı verilmişti. Belçikalılar, bu denemelerin yapılması için hiçbir maddi fedakarlıktan kaçınmıyorlardı. Batiskafı taşıyacak olan SCALDİS adındaki büyük bir şilebi de kiralamışlardı. Fransız bahriyesi de bu teşebbüse Elie-Monnier’den başka iki kruvazörle yeteri kadar uçak veriyordu. Ayrıca, Dakardaki tersane de bütün imkanlarıyla araştırmalara yardımcı olacaktı. Belçikalı bilginler, Fransanın Afrikadaki ilmi araştırma Enstitüsü Direktörü Theodore Monod ile, Okyanus Araştırma ve İnceleme Merkezi başkanı Claude Francis -Boeuf ‘üde dalışlara katılmak üzere çağırmışlardı.

Yazarlar: Jacques – Yves Cousteau ve Frederic Dumas
Tercüme eden: Necat Coşkun

Yazı Dizisinin Diğer Bölümleri<< Sessiz Dünya – 17Sessiz Dünya – 19 >>
Etiketler

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu
Kapalı
Kapalı